Felsefe Kaça Ayrılır Hocam?

Felsefe kaça ayrılır? Akıl ikiye ayrılır mesela, portakal ise dörde. Felsefe kaça ayrılır? Acele etmeyelim, yavaş yavaş ısınıyorum. İnsanlar bilmem kaça ayrılır, insanlar sevdiklerinden de ayrılır ama felsefe kaça ayrılır? Yau sana ne kardeşim felsefe kaça ayrılırsa ayrılsın. İlla birleşmesi gerekmiyor belki ayrılmasında başka bir hayır vardır.

 İyi tamam da çocuklar nolucak? Ne çocukları? Yüzyıllardır hatta bin yıllardır doğurup doğurup kucağımıza bıraktığı çocukları. Çünkü bin yıllardır kullanıcılar kavramları hep bir ayrıştırma, ayrılma hikayeleriyle tanımaya başladı. Çok iyi hatırlıyorum, gençliğimden şu yaşıma kadar ne zaman bir konu hakkında bir şeyler öğrenmeye kalksam ilk rastladığım bilgi hep ayrılması olmuştur. -Hocam, akıl nedir? -Bak yavrucuğum, akıl ikiye ayrılır. Tanımlama ifadeleri nedense ayırma ifadeleri ile başlar. Bunu bir düşünün derim. Tarihten sanata, matematikten sosyolojiye, fizikten ilahiyata kadar hemen hemen tüm öğrenme disiplinlerinin başlangıcı ve tanımlama yöntemi hep ayırmayı öncelemiş. Önceleri bunun bir çeşit tasnifleme olduğunu sanmıştım. Yani bir çeşit kolaylaştırma gibi. Meyveler şu sepete, sebzeler bu sepete vs. gibi. Ama yıllar sonra anladım ki kazın ayağı hiçte öyle değilmiş. Aslında bu güne kadar öğrendiğimiz ve öğrene geldiğimiz "şeylerin bilgisi" başka başka kullanıcıların yıllar önce ürettiği üfürükten tayyareler imiş. Daha geniş bir ifadeyle günümüzde şeylerin bilgisi, anakronizm (geçmişte olmuş bir olgunun günümüz dünyasında uyumsuz olması) hatasına düşmemeye çalışan yığınların aslında anakronizmin dibinde kafayı bulmuş malumat sarhoşluğuymuş . Zira bugüne kadar öğrenegeldiği tüm bilgiler anakronizmin ciddi etkisi altındaki kavramlar. Oysa kullanıcıların yapması gereken şeylerin bilgisi denilen kavramı bugün yeniden üretmesidir. Şimdi yeniden düşünelim bakalım, bu kavramların bilgisini şu şartlarda yeniden üretebiliyor muyuz? Ortaya çıkan ürünler yeni mi? Bırakın üretmeyi bu tekrarın ve kısır döngünün farkında bile değiliz. Şimdi bu farkında olamama halini bir-iki örnek üzerinden inceleyelim ve basit sorular ile pekiştirelim.

 -Hocam, felsefe kaça ayrılır? -2'ye ayrılır yavrum. Zart felsefe ve zurt felsefe. -Neden ikiye ayrılıyor hocam? -Ne demek neden ikiye ayrılır. Böyle soru mu olur evladım. ikiye ayrıldığı için ikiye ayrılır. -Hocam, şunu demek istiyorum. Acaba 3'e ayrılamıyor mu bu felsefe? -Ne diyon lan sen deyyus. Çek git, işim gücüm var zaten.

 -Hocam, akıl nedir? -Bak yavrucuğum, akıl ikiye ayrılır. Bir nefs vardır bir de akl vardır. -Gerçekten var mıdır hocam? -Vardır tabi. -Hocam bu aklı ikiye ayıran kullanıcı neresini kullanarak aklı ikiye ayırmıştır? Belki nefsini kullanmıştır? -Lan, iblis! Böyle salak salak şeyler sorarak o mercimek kadar beynine işkence etme. Hemen tövbe et kendine gel allah muhafaza...

Burada kullanılan felsefe ve akıl örnek tabi. Felsefe ve aklın yerine siz istediğiniz kavramı koyabilirsiniz. Cevaplar ve hocaların genel tavrının da aşağı yukarı bu örnekteki gibi olduğuna eminim. Cevaplar elbette birebir aynı cümlelerle olamaz çünkü farklı kavramlar soruluyor fakat hemen hemen tümü mealen aynı yere çıkar. Önce "öğrenmek için soru sor" ile başlayıp sonra "ne bok karıştırıyorsun fazla soru sorma" haline bürünürler. Zira yapılan şey üretim değil, zamanında üretilmiş şeylerin kusulmasıdır. Yani anakronizmin dibinde olduğunun farkında bile olmadan, kısır bir döngünün içinde deli danalar gibi dönmeyi iş edinmişlerdir. Bu iş edinmenin genel adına da hocalık yahut öğretmenlik denilmiştir.

 Sonuç: Her şey olduğu gibi şeylerin bilgisi de sürekli değişir ve bu değişim sadece toplumdan topluma farklılık göstermekle kalmaz, kullanıcıların içsel durumları, fizyolojik ya da psikolojik halleri de bu değişimde ziyadesiyle rol oynar. Yapmamız gereken şeylerin bilgisini sürekli yeşil ve diri tutmaktır. Yani kavramları ya da olguları tanımlarken (elbette başkalarının tanımını kullanarak, onlardan faydalanarak) salt bize ait izler taşımasına özen göstermek, hiç olmazsa kendimize ait bir fırça darbesi eklememiz gerektir.

Yorumlar

Adsız dedi ki…
Ben Keremcem. Çok güzel bir yazı elinize sağlık.